Orijinal Adı: I Never Promised You a Rose Garden
Yazar: Joanne Greenberg
Çeviri: Nesrin Kasap
Orijinal Basım Yılı: 1964
Çeviri Kitabın Basım Yılı: 1997
Sayfa: 282
Tür: Roman
Yayınevi: Metis

Joanne Greenberg Hakkında

Kitaplarında uzun süre Hannah Green takma adını kullanan Amerikalı yazar, 1932 yılında doğdu. Genç yaşta geçirdiği akıl hastanesi deneyimini aktardığı Sana Gül Bahçesi Vadetmedim romanı çeşitli ülkelerde milyonlarca satarak, gerek edebi değeri, gerek yaklaşımı ve bakış açısıyla büyük tartışmalara neden oldu. Toplumu ve aile kurumunu eleştiren, yabancılaşmanın getirdiği iletişimsizlik temalarını işleyen, kimisi etnik kökeni, kimisi de ruhsal ya da fiziksel eksiklikleri yüzünden ezilen insanları anlattığı romanları ve öyküleri vardır.

Kitabın Ana Karakterleri

Deborah Blau: Kitabın baş karakteridir. 16 yaşında üstün zekalı bir kızdır. Yahudidir. Resim sanatına büyük bir ilgisi ve yeteneği vardır. 5 yaşındayken üretrasında oluşan tümörü aldırmak için iki kez ameliyat olmuştur. Yapılan testler sonucunda şizofreni tanısı almıştır. İntihar teşebbüsünden sonra akıl hastanesine yatırılmıştır. “Yr Krallığı” adını verdiği gerçekdışı bir dünyası vardır. Bu dünyada çeşitli tanrılar ve karakterler vardır. “Yr Krallığı” gerçek dünyadan tamamen bağımsız bir yerdir. Bu hayali dünyada gerçek dünyadakinden farklı zaman, dil ve varlıklar vardır. Deborah bu dünyayı bir savunma mekanizması ile oluşturmuştur. İlk başlarda “Yr Krallığı” Deborah’ı korumak için varken sonralarda ona zarar veren bir ‘kuyu’ haline gelmiştir. Kitabın baş kahramanı bunu şöyle dile getiriyor: ‘ Yr bir güzellik ve koruyuculuk kaynağından bir korku ve acı kaynağına dönüşmüştü.’(Sf.61)

Deborah hastalığının bulaşıcı olduğunu ve etrafındakileri zehirlediğini düşünmektedir. En çok da kız kardeşi Suzy’ye zarar verdiğini düşünmektedir.

Jacob Blau: Deborah’ın babasıdır. Muhasebecidir. Eşini ve çocuklarını çok sevmektedir. Deborah’ın hastalığını kolay bir şekilde kabul etmemiştir fakat sonra çare olarak kızının akıl hastanesinde kalmasına izin vermiştir.

Esther Blau: Deborah’ın annesidir. Çocuklarına çok bağlıdır. Deborah’ın hastalığını Jacob’a göre daha soğukkanlı karşılamıştır. Güçlü ve mücadeleci bir kadındır. Ailenin en az hasarla bu hastalığı atlatmasını istemektedir. Deborah’ın akıl hastanesine yatması için kocasını ikna etmiştir. Kızının her zaman yanında olan bir annedir.

Suzy Blau: Deborah’ın kız kardeşidir. Ablasının hastalığını bir türlü anlayamaz. Ablasını çok sever ve onun bir an önce ailesine dönmesini ister. Aynı zamanda anne ve babasını ablasından kıskanır.

Doktor Fried: Deborah’ın doktorudur. Deborah’ın iyileşme gücüne çok inanmaktadır. Deborah’a en iyi yardımı sağlamak istemektedir. Deborah’ın dünyasına girmekten çekinmemektedir.

Carla: Deborah’ın akıl hastanesindeki en yakın arkadaşıdır. Deborah’ı en iyi anlayan kişidir.

Ana Fikir

Yazarın kitapta vermek istediği mesaj: “Herkesin içinde bir delilik gizli ve bunu dışarıya çıkarmamak için normalmiş gibi davranıyoruz”.

Özet

Kitap bir arabada yolculuk eden anne baba ve kızlarını anlatarak başlar. Oldukça sıkıntılı bir yolculuk yapılır çünkü anne ve baba kızlarının hastalığının artık ileri bir boyutta olduğunu öğrenir. Kitabın ana karakteri olan Deborah, yani kızları şizofren teşhisi alır. Evde bir intihar girişiminde bulunmasının sonucu olarak akıl hastanesine yatması gerektiği söylenir doktoru tarafından. Anne ve baba bunu pek kabullenemez ama tek çıkış yolunun hastane olduğunu bilirler. Bu nedenle Deborah akıl hastanesine yatırılır.

Deborah, akıl hastanesinden korkmaz aksine burasının kendisi için bir çözüm olabileceğini düşünür. Deborah’ın Yr Krallığı denen bir dünyası var. Bu dünyada değişik tanrılar ve “koro” denen bir ses topluluğu var. Buradaki tanrılar ve sesler Deborah’a sürekli dünyadaki insanlardan biri olmadığını ve tek gerçeğin Yr Krallığı olduğunu söyler. Dünyaya değil bu hayal dünyasına ait olduğunu söyler. Ayrıca Yr Krallığı’na ait bir dil vardır. Deborah, ansızın gerçek dünyadan tamamen hayal ürünü olan Yr Krallığı’na geçiş yapar ve burada bambaşka bir yaşam sürer. Yr Krallığı’na gittiği zaman oranın diliyle konuşmaya başlar ve etraftaki insanlar hiçbir şey anlamaz.

Doktor Fried, Deborah’ın psikoterapi aldığı kişidir. İlk seansa bu doktorun da diğer doktorlar gibi olduğu ön yargısıyla giden Deborah öyle olmadığını anlar. Hastalığının nedenlerinden biri olduğunu düşündüğü ve kimsenin bilmediği bir şey anlatır. Üretrasındaki tümörü alan doktorların kendisine sürekli yalan söylediğini ve izinsizce ayrıca acılar içinde bırakarak Deborah’ tan o tümörü aldıklarını sandıklarını söyler. Bunun kendisine ne kadar acı verdiğini şu sözlerle dile getirir: “ Hiçbiri benden özür dilemedi; biri bile. Ne öyle duygusuzca içime girdikleri için, ne bütün o sancıları çekmeme ve bundan utanç duymama neden oldukları için, ne de benimle alay edercesine bu kadar uzun bir süre ve bu kadar aptalca yalanlar söyledikleri için. Bu yaptıkları için onları bağışlamamı hiçbir zaman istemediler benden, ben de onları hiçbir zaman bağışlamadım.” (sf. 51)

Deborah kriz geçirdiği sırada saldırganca davranışlar sergilediği için onu saldırganlar koğuşuna alırlar. Bunu öğrenen anne ve babası çok korkar. Deborah’ın onların içinde asla yapamayacağını düşünürler. Fakat Deborah burada iyi bir durumdadır. Evet saldırgan hastalarla birliktedir ama bundan memnundur. Hatta arkadaş edinir. Carla, Deborah’ın en yakın arkadaşıdır. Birlikte vakit geçirirler. Ama kriz anlarında ikisi de tulum denen elleri ayakları bağlayan bir mekanizmanın içine girer ve sakinleşene kadar orada kalırlar.

Deborah, Dr. Fried ile yaptığı seanslar boyunca gayet iyi bir gelişim gösterir. Dr. Fried’in tezi için başka bir yere gitmesi gerektiği zaman ise Deborah gerileme gösterir. Hastalığı artar ve tulumun içinde daha çok vakit geçirmek zorunda kalır. İçinde patlamak üzere olan bir yanardağ olduğunu sanan Deborah kendini yakmaya çalışarak bu yangını engellemek ister. Dr. Fried’in dönmesiyle Deborah daha iyi bir duruma gelir.

Deborah saldırganlar koğuşunda kaldığı sırada oradaki birinden Latince dilini ve daha birçok bilgi edinir. Bilgi açlığını gidermeye çalışır. Dr. Fried ile yaptıkları seanslar boyunca durumu daha iyiye giden Deborah, artık iki dünyadan birini seçmek zorunda kalır. Ya tamamen hayali olan Yr’yi ya da gerçeklik yeri olan dünyayı seçecektir. Zamanla bu dünyadaki lezzetleri tadan Deborah, aslında Yr’nin kendisini kandırdığını kendisinin gerçek dünyaya ait olduğunu fark eder. Bu sayede hastaneden çıkış yapar. Ama dünyaya uyum sağlayamadığı zamanlar hastaneye tekrar döner. Terapilere devam eder. Kendine olan güveni arttığı için bu dünyayı seçer ve tüm gücüyle normal olabilmek için çabalar.

Kitap Hakkındaki Düşüncelerim

Kitap çoğu alanda “ilk” kitaptır. Böyle bir kitabın Türkçe’ye çok geç çevrilmiş olması büyük bir kayıptır. Kitapta “delilik” tüm çıplaklığıyla önümüze serilmiştir. Deborah’ın şizofreni ile nasıl yaşadığı, onunla nasıl başa çıktığı ve bu savaşı nasıl kazandığı sıkıcı olmayan bir şekilde anlatılmıştır.

Şizofreni her zaman en ağır psikolojik vaka olarak düşünülmüştür. Aslında bu kitapta şizofreninin bambaşka bir yüzünü gördüm. Deborah’ın savunma mekanizması sonucunda ortaya çıkardığı yeni bir dünya ilk başlarda onu rahatlatan ve güvende hissettiren bir yerdi. Yani şizofrenlerin kendi dünyalarının aslında büyük bir rahatlama kaynağı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat “delilik” denen şey yani bu hastalık kendi oluşturdukları dünyanın acı vermesiyle ortaya çıkıyor. Bir anda gerçek ve hayal birbirine karışıyor. Deborah hangi dünyaya ait olduğunu bilmiyor. Onu her zaman koruyacağını söyleyen Yr’ye mi yoksa acılarla dolu gerçek dünyaya mı ait olması gerektiğini bilemez. Ama gerçek dünyayı deneyimledikçe ve korkularının gerçekten boş korkular olduğunu anlayınca gerçek dünya için çabalaması gerçek dünyayı seçmesini ve aslında oraya ait olduğunu anlamasını sağlar.

Yazar ana karakterin içine düştüğü “kuyu” yu yani hayal dünyasını çok net ve gerçekçi bir şekilde anlatmıştır. Yazar, Deborah’ın dünyasının içine okuyucuyu da çekebilme gücü olduğunu hissettirmiştir. Deborah’ın bir anda duyduğu sesler, tanrılar, yerler ve tamamen bambaşka iklimler beni çok etkiledi. Okurken bir şizofreninin hayal dünyasında gezintiye çıktığımı hissettim.

Doktor Fried, çok sevdiğim bir karakter oldu. Çünkü hastasının gücüne çok güvenen bir doktordur. Deborah’ı asla ötekileştirmez onu olduğu gibi kabullenir. Hatta çoğu zaman onunla birlikte dünyasına girmek ister. Deborah’ın hastalığının nedenlerini ortaya çıkarması sonucunda çoğu şey bir kendiliğinden çözülür. Deborah aslında gerçek dünyanın ne kadar güzel ve zevk dolu olduğunu anlamasıyla bu dünyaya ait olduğunu keşfetmesi gerçekleşir. Ne kadar zor olursa olsun gerçeklere tutunmak isteyen Deborah tanrıları ve koroyu dinlemez. Onlara karşı çıkar. Kendi gücüyle bunu gerçekleştirebileceğini düşünür. Bu bana çok gerçekçi bir terapi süreci gibi geldi. Doktorun Deborah’ın iç dünyasına girip ona gerçek dünyayı tattırabilmesi beni çok etkiledi. Ruh sağlığı alanında çalışan herkesin bu gerçekçi romanı okumalarını tavsiye ederim.

Elif Koç | Psikolojik Danışman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir