Tarih boyunca insanlarda şiddetin var olduğunu görüyoruz. Hayvanların birbirlerine karşı olan şiddeti gibi insanların da birbirlerine karşı “güç” mücadelesi içinde olduğunu biliyoruz. Şiddet tarih kaynaklarında ve bize miras kalan kültürel eserlerde de görülmektedir. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri…
Agresyonu Açıklamak
Buradan yola çıkarak psikolojide şiddeti açıklayan temel 2 kuram olduğu söylenebilir. Biri şiddetin insanın doğasında olduğunu, bir dürtü olarak agresyonun her zaman insanın içsel dünyasında yer aldığını iddia eder. Diğer kuram ise şiddetin öğrenildiğini, bu öğrenmenin de çevreyi gözlemleyerek başladığını yani model alarak başladığını savunur.
Şu anda gelinen nokta, bu iki güçlü ve değerli yaklaşımın her ikisini de anlayarak “şiddeti” açıklamak daha faydalı gibi görünmektedir. Çünkü ilk kuram şiddetin herkeste var olan bir dürtü olduğunu iddia ederken gerçeklikte her insanın karşılaştığı durumlarda şiddete başvurmadığını da görmekteyiz. Aynı zamanda şiddetten uzak büyüyen çocukların ise içgüdüsel olarak ileride zamanla şiddet eylemleri gösterdiğini de görmekteyiz. Dolayısıyla biz psikologlar şiddeti anlamaya çalışırken eklektik bir bakış açısıyla duruma bakıyoruz.
Şiddet Dürtüsü
Şiddet dürtüsü veya akademik terim olarak “agresyon” denilen agresif dürtü yani içsel dürtü insanda var olduğundan dolayı normal olarak kabul edilmektedir. Yani bu dürtü bizde varsa bu bizim için tamamıyla zararlıdır diyemeyiz. Bu dürtü aslında insanlık için öyle bir dürtü ki, yok edici de olabilir, çok güzel bir yaşam sürdüredebilir eğer kişi bunu doğru şekilde kullanırsa.
Dürtülerin Kökeni
Şiddet, hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da varoluşsal bir durumdur. Bebekler incelediğinde, acıktıklarında ağlamaya başladıklarını, zamanla bu ağlama eğer açlıkları veya ihtiyaçları yatıştırılmadığında farklı bir boyut kazandığını ve tepinmeye başladıkları gözlemlenebilir. O anki duruma has tepkiler göstermektedirler aslında. Bu tabi ki bizim toplumsal olarak adlandırdığımız bir şiddet değil ancak giderek artan şekilde ağlama ve bağırma o bebeğin kızmaya başladığını ihtiyacı karşılanmadığı için de öfkelendiğini bize gösterir. Yani aslında bebek kendi varlığına dair bir tehlike, hayatta kalma içgüdüsü ile birlikte bazı tepkiler verdiği anlaşılmaktadır. Bu noktada “agresyon” insanlık için koruyucu bir mekanizma olarak da ortaya çıkmaktadır. İnsan bir tehlike sezdiğinde ve kendi hayatına yönelik bir tehdit algıladığında gösterdiği tepkiler gibi bu tepki de normal kabul edilir. Bu, beşer bir varlık olan insandaki şiddetin kökenini de açıklayabilir.
Şiddetin Zarar Verici Boyutu
Şiddetin zarar verici boyutu şu şekilde açıklanabilir. Örneğin; tarlayı sürmek de, balta ile odun kesmek de, oturup televizyondaki birine küfür etmek de, eşine dostuna veya tanımadığın birine hakaret etmek de bir şiddet olmakta, şiddetin bir türü olmaktadır. Bu bağlamda şiddetin içerik olarak “zarar vericilik” boyutuna bakılır.
Zamanla insanın içindeki bu şiddet dürtüsünü ne şekilde yönlendireceği, ne şekilde uyum sağlayıcı olacağı önemlidir. Bu da o insanın yaşadığı çevre ile alakalı bir durumdur. Çevre bu şiddet denilen agresif dürtüyü ne zaman, ne şekilde, hangi boyutta, hangi dozda kullanıyorsa muhtemelen (%100 denemez) ama muhtemelen o kişi de içindeki o varoluşsal “agresyonu” o şekilde kullanacaktır. Örneğin, toplumda birbirinden üstün olma diye bir olgu var. Ama bu üstünlüğü kurmanın yolunu kişi kendi seçer. Bir kitap yazarak mı?, önemli bir teknolojik buluş ile mi? Yoksa başkasına sataşarak veya istismar ederek mi?
Agresyon dürtüsü insanlık tarihi boyunca beşer varlıklarda görülen olağan bir şeydir ancak bu dürtünün ne şekilde ortaya koyulacağı, eylemselliğin ne şekilde gösterileceği, çoğunlukla çevresel etkiler gözlemlenerek, deneyimleyerek öğrenilir ve geliştirilir.
Güç mücadelesinde amaç bazen bir koltuk, bazen bir haksızlık, bazen de bir namus meselesi olabiliyor. Bu noktada içerikten çok eylemselliğe bakılır. İnsanoğlu bir tehdit algılıyorsa, bu tehdit yine kendisinden olabiliyor. Bu yüzden birbiriyle olan bu güç yarışını, birbirine saygı göstererek, gelişerek, karşı tarafa zarar vererek değil, üreterek, gelişerek, insanlık için faydalı işler yaparak sürdürülmelidir.
Şiddet muhtemelen hiçbir zaman sıfıra indirilemeyecek! Fakat bazen yapılanlarla bazen de yapılmayanlarla dahi şiddetin yönü tayin edilebilir. Bu yüzden kişinin başta kendisinin aklı selim tarafta olması ve her zaman orada kalması şiddeti en aza indirebilir.