Çiftlerin yaşamının belirli sırada, belirli kurallar çerçevesinde yaşanmaya başlaması, iletişimden kopuk ve duygusal ihtiyaçların göz ardı edilmesiyle devam ettiği durağan bir yaşam biçimi evlilikte monotonluk olarak tanımlanabilir.

Monotonluk tamamen kişisel bir ölçütte değerlendirilebilir. Her çiftin monotonluk kavramını içeren yaşam biçimleri birbirinden farklıdır. Evlilikte monotonluğa sebep olan tarafı kadın ya da erkek olarak etiketleyemeyiz. Bu tek taraflı olarak ortaya çıkabileceği gibi karşılıklı olarak da gözlemlenebilir. Ana nokta monotonluğun tamamen kişisel bir temele oturmasıdır.

Nasıl Başlıyor?

Evliliğin ilk dönemlerinde çiftler bu yeni heyecanla beraber birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılamakta çok isteklidirler. Hayatlarının merkezine birbirlerini yerleştirirler. Zaman ilerledikçe kadın yaşamının merkezinde çocuk, erkeğin ise işi yer alır. Çocuk hayata dahil olduğunda öncelikler ve sorumluluklar yer değiştirmiş olarak çiftlerin karşısına çıkar. Çocuk sahibi olmadıklarında ise kadının hayatını evle ilgili sorumluluklar doldurur. Bu iki durumda da günlük yaşam zamanla belirli bir sırada ve belirli bir kurala göre yaşanmaya başlar. Kadın gün içerisinde kendi sorumluluklarını sıra ve kurala göre yaşar, erkek ise iş yerinde vaktini geçirir. Akşam saatleri ya da tatil günleri de çiftlerin birbirlerinin duygusal ihtiyaçlarına ayırdıkları zaman ya azalır ya da tamamen yok olur. Ortaya çıkan sonuç birbiriyle yaşayan ama birbirinden haberdar olmayan çiftler olur. Böyle bir durumda çiftlerin beraber geçirdikleri süre sofra başında ve televizyon başındaki zaman dilimidir ve bu durum her gün aynı şekilde tekrarlanır. Bir süre sonra da çiftler karşılıklı ya da tek yönlü olarak bu monoton hayattan şikâyet etmeye başlarlar.

Monotonluk kavramı evlilik içerisinde kişiye göre değerlendirilir. Bir çifte göre her gün akşam aynı saatte yemek yemek, sonra erkeğin film/futbol izlemesi, akabinde çeşitli programları izlemeye devam etmesi ve bu sırada kadının mutfağı toplayıp çocukların dersleri gibi işlerle ilgilenmesi, 11’de yatmaları monoton bir hayat olarak nitelendirilirken, başka bir çiftin akşam yemeklerini dışarıda yemeleri, geceyi bir eğlence mekanında sürdürmeleri, bu sırada çocuklarını bir yakınına ya da bakıcıya bırakmaları, gece geç saatlerde eve gelip hiçbir duygusal paylaşım yaşamadan günü sonlandırmaları monotonluk olarak değerlendirilebilir.

Bir Örnek

35 yaşında bir erkek danışan 3 yıl önce kaygısı yükselmiş bir durumda görüşmeye gelir. Genel bilgi aktarımının ardından bir süredir sağlığıyla ilgili endişelerinin olduğunu, kendisine ya da ailesine bir zarar geleceğinden endişelendiğini ve bu düşünceleriyle başa çıkamayacağını aktarır. Kendisine bu konuda eşinin ne gibi söylem ya da davranışlarla yardımcı olmaya çalıştığı sorulduğunda bu kaygılarından eşine bahsetmediğini söylemiştir.

Bu durum ilgi çekicidir. İncelendiğinde görünen tablo kişinin eşiyle kurmuş olduğu yaşamda yemek yemek, televizyon izlemek ve beraber aynı yatağı paylaşmak dışında hiçbir fiziksel aktivite olmadığı gibi hiçbir duygusal paylaşımın da olmadığı görülmüştür. İlerleyen zamanda danışan çok özel bir bilgi paylaşır. Danışan dört yıldır hiç istemediği halde başka bir kadınla ilişkisi olduğunu açıklar. Aslında danışan vicdan azabı duymuş, kendisini bu ilişkiden çekmek istemiş fakat başaramamıştır. Bunun üzerine de yardım talep etmiştir. Bu yardım talebinin ardından danışan ilk görüşmede bahsettiği sağlığıyla ilgili kaygılarından hiç bahsetmemiştir. Çünkü içerisinde bulunduğu çıkmazı uzmanla paylaşıp yardım almaya devam ettikçe onu rahatsız eden kaygıları otomatik olarak azalmaya başlamıştı.

Pek çok okur bu vakada kişiye çeşitli büyüklüklerde taşları atmak isteyebilir. Ama burada bir süre durup düşünelim; neden bu kişi istemediği bir davranışa kendisini bırakmıştır? Burada danışanın görüşmelerin sonunda aktardığı cümleler önemlidir. Danışan aktardıkları aynen şu şekildedir. “Benim böyle yanlış bir yola girmemde sizce tek suçlu ben miyim? Ben eşimin eve geldiğimde beni güler yüzle karşılamasını istedim. Benimle sadece yemeğimizi yerken muhabbet etmesini değil onun dışında da benimle konuşmasını, televizyon izlerken beni yalnız bırakmamasını, ara sıra çocukları anneme bırakıp kaçamak yapmamızı söylediğimde benimle gelmesini isterdim. Ara sıra da olsa her şeyi şikayet etmesini değil de “senin şikayetin ne?” diye sormasını istedim. Ev dışında sadece ailelerimize değil beraber başka yerlere de gitmek istedim. Ben sadece monoton olmayan bir hayat ve beni dinleyen, benim ihtiyaçlarımı anlayan bir eş istedim.”

Bu vakada hiçbir zaman suçlu aranmadı. Fakat danışanın kendi kişisel ihtiyaçlarının anlaşılmasını istediğini ve eşinden monoton davranışlar dışında ufak tefek farklılıklar sergilemesini arzuladığını görüyoruz. Evliliğinde duygusal tatmine ulaşamayınca dışarı yönelmiştir. Bu her monoton evlilikte böyle bir sonuç doğuracağı anlamına gelmiyor. Ama bu durumun da bireylerin karşısına çıkabileceğini biliyoruz. Bu yüzden çiftler evliliklerinde monotonluğu sezdikleri an birbirleriyle iletişime geçmeli ve ihtiyaçlarını ifade edebilmeliler. Bu vakada danışan monotonluğu fark etmesine rağmen eşiyle sağlıklı iletişim kuramamış böylece evliliklerinde iyileşmesi zor yaralar açılmıştır.

Kadınlar Ne İster?

Kadınlar en çok monotonlukla ilgili olarak eşlerinin işten geldikten sonra kendileriyle ilgilenmeden önce yemek, televizyon, bilgisayar sonrasında da uyku ile geceyi sonlandırmalarından kendi duygusal ihtiyaçlarını, beklentilerini paylaşmadıklarından, çocukların tüm sorumluluklarının kendilerine verilmesinden, bu yüzden kendilerine ait bir yaşamlarının olmadığından bahsetmektedirler. Ayrıca tüm bu sorumlulukların sabah yataktan kalkar kalkmaz belli bir düzende başlayıp her gün aynı sırayla devam edip gece de yatakta yine uykuyla sonlanarak evliliklerinin monoton bir hal aldığını ifade etmekteler.

Erkekler Ne İster?

Erkekler ise genellikle evlendikleri ilk dönem eşlerinin futbol maçını beraber izlemek gibi hobilerine katıldığını ama zamanla bu aktivitelerden kaçınmaya hatta bu aktiviteden rahatsızlık duymaya başladıklarını dile getirmektedirler. Erkekler hobilerini ve ilgilerini birlikte uygulamak istemekte ya da eşinden anlayış beklemektedirler. Hayatlarının belli bir program akışı içerisinde ilerlemesinden rahatsızlık duymaktadırlar. Her sabah aynı yüz ifadesiyle uyanan, aynı şikayetleri gün içerisinde sürekli tekrarlayan -ki bunu “dır dır eden kadın” olarak tanımlamaktadırlar, zamanla kendi öz bakımının da azalmasıyla her şeyin tekdüze devam ettiği heyecanın olmadığı bir evlilikten şikayet etmektedirler.

Monotonluk ilk başta çiftlerin duygusal ihtiyaçlarının karşılanmamasına ve buna bağlı olarak yavaş yavaş sevgi-saygı bağlarının kopmasına sebep olabilmektedir. Çiftler birbirleriyle iletişim kuramamaya ve buna bağlı olarak da birbirinin ihtiyaçlarını anlamamaya başlayacaklardır. Zamanla birbirini anlamayan, birbirinin istek ve arzularına saygı duymayan çift hayatlarındaki bu boşluğu farklı şeylerle doldurmaya çalışacaktır. Bu ya çocukla aşırı ilgilenip sağlıksız çocuk yetiştirmeye, ya da iş hayatına fazlasıyla önem verip evini daha fazla ihmal etmeye sebep olacaktır. Ayrıca arkadaşlarla gereğinden fazla vakit geçirme, yanlış istenilmeyen yollara yönelmeye (alkol, kumar, gece hayatı v.b.) ya da tam tersi bir şekilde tamamen içe çekilip hayattan uzaklaşmaya, depresyon, somatizasyon gibi çeşitli psikolojik hastalıklara ve en son olarak da evliliğin boşanma ile sonuçlanmasına sebep olabilmektedir. Monotonluk tamamen kişisel bir ölçüte dayandığı için tarafların karşılıklı olarak çaba sarf etmeleri gereklidir. Evlilik kadın ya da erkeğin tek başına kurmuş olduğu bir müessese değildir. Bu yüzden monotonluk tehdidi karşısında çiftler birlikte hareket etmelidirler. Çünkü el ele vermiş oldukları yaşam, ikisine aittir.

Evlilikte Monotonluktan Kurtulmak İçin Yapılması Gerekenler

Evliliklerinde monotonlukla karşı karşıya kaldıklarında ya da böyle bir tehditle en baştan karşılaşmamak için öncelikle sağlıklı iletişim kurmayı öğrenmeleri gerekmektedir. İletişimde mutlaka ‘ben dili’ kullanılmalı, ‘sen dili’ bir rafa kaldırılmalıdır. Çünkü sen dili ile kurulan cümleler içerisinde eleştiri sinyallerini barındırmakta, bu da karşı tarafta kendini savunmayı harekete geçirmektedir. Aynı zamanda çiftlerin birbirlerini etkin bir şekilde dinlemeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Çiftler birbirlerinin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılamalı, karşılayamadıkları zaman ise hoşgörülü ve anlayışlı olmaya çalışmalıdırlar. Eşlerinin çeşitli hobilerini paylaşmak ya da en azından hobileri karşısında eleştirel olmamak gerekmektedir. ‘Empati kurmak’ karşılıklı olarak benimsedikleri bir davranış biçimi olmalıdır. Çünkü eşi tarafından anlaşılmayan taraf bir süre sonra kendisini anlatmaya çalışmayacak ve çiftler arasında uzaklaşmalar başlayacaktır.

Eşler evliliklerini zaman zaman küçük değişiklerle renklendirmeli, farklılıklara açık olmalıdırlar. Evlilikte değişiklik isteyen taraf bunu eşine açıkça ifade edebilmeli, anlaşamadığı noktada ise tartışıp bir çözüm bulabilmelidir. Eşler birbirlerinden şikâyet etmeye başladıkları anda da öncelikle kendileri değişmelidir.

Merve Tunay Dünya | Klinik Psikolog

Comments (1)

  1. Neden kadinlarin ya cocuk bakmasiyla ya da cocuklari yoksa evde kalmasiyla alakali bir onkabul icindesiniz? Bir klinik psikolog icin bu kadar sert sinirlar cizmek dogru mu? Calisan kadinlarla alakali hicbir tutacak yer bulamadim yazinizda, geleneksel aile yapisi disinda ulkemizin okumus genclerinin yasadigi evliliklere dair bir emare de goremedim, ne uzucu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir