Depresyonun oluşmasında 2 genel sebep vardır;
- Bedensel ya da başka bir ruhsal duruma bağlı olmaksızın ortaya çıkan depresyon,
- Bedensel ya da başka bir ruhsal duruma ikincil olarak ortaya çıkan depresyondur.
Depresyon Nedir?
Günümüzde depresyon dünyada bir numaralı sağlık problemi olarak ele alınır. Bu nedenle “psikiyatrik hastalıkların nezlesi” de denilebilir. Pek çok hastalıkta olduğu gibi depresyonu da tek bir sebebe bağlamak anlamsızca olur. Yalnızca psikososyal etkenler ya da yalnızca kalıtım depresyonun etiyolojisini açıklayabilmek için yeterli değildir. Ama son zamanlarda yapılan araştırmalar depresyonun temelde bir duygudurum bozukluğu değil, bilişsel bir bozukluk olduğunu ve duygudurum bozukluğunun ikincil olarak ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Bizlerin sıklıkla duyduğu depresyon tanımlaması daha çok birinci maddede yer alan yani bedensel ya da başka bir ruhsal hastalığa bağlı olmaksızın ortaya çıkan depresyondur.
Depresyona yatkın kişilerde yaşamın ilk dönemlerinden başlayarak yerleşmiş olan kendisine, geleceğe ve dış dünyaya karşı olumsuz kavramlar vardır. Bu olumsuz kavramlar giderek olumsuz yargılara, düşüncelere ve tutumlara neden olur. Kişi her olaydan önce olumsuz yönleri algılar ve düşünür. Yaşamış olduğu zorlu ya da stresli bir olay karşısında da o zamana kadar edinmiş olduğu algılar doğrultusunda bu süreci değerlendirir ve sonuçta çarpıtılmış olumsuz düşüncelerin doğurduğu olumsuz duygular ve olumsuz davranışlar ortaya çıkar. Bu da kişide depresyon semptomlarının baş göstermesine sebep olabilir.
Örneğin, iş hayatında patronu tarafından yaptığı işlerin eleştirilmesi ve iş hayatında sorunlar yaşamasıyla beraber kişinin hemen çocukluktan beri yerleşmiş olumsuz kavramları zincirleme uyarılır. Kişi artık iş hayatında, belki evlilik hayatında veya sosyal hayatında her şeyin kötüye gideceği, kendisinin değersiz ve sevilmeyen bir kişi olduğu, geleceğin karanlık ve dünyanın bomboş olduğu yargılarını harekete geçirir. Bu düşüncelere sahip kişinin tutumlarında da değişimler meydana gelir. Örneğin; uykularının kalitesi düşer, iştahı azalır veya artabilir ve suçluluk duygusu yaşıyor olabilir. Aynı zamanda sebepsiz yere ağlamaları olabilir, hareketleri yavaşlayabilir, kendilik algısı zayıflayabilir, hayattan zevk almamaya başlayabilir hatta bu durum sonunda intihar davranışına kadar gidebilir.
Depresyon geçirildiği sırada kişilerde tükenmişlik hali, fiziksel olarak yavaşlama, yorgunluk ve iyi uyuyamama gibi şikayetler kendini gösterir. Depresyon psikolojik olduğu kadar fiziksel bir problemdir. Çünkü akıl ve beden tektir. Ruhsal sistemimizde ortaya çıkan olumsuz gidişat fiziksel sistemlerimizi de otomatik olarak etkileyecektir. Depresyon süresince beyin birçok yönden etkilenir. Sinir hücreleri arasında mesajların iletilmesinden sorumlu olan maddelere nörotransmitter denilir. Beyinde çok sayıda nörotransmitter vardır. Bu bahsettiğimiz nörotansmitterler iştah, uyku ve motivasyon fonksiyonları üzerinde etkilere sahip olduğu gibi ruh hali ve duygular üzerinde de etkilidir. Depresyon sürecinde bu kimyasallar etkilenir ve salınımında değişimler meydana gelir. Dolayısıyla olması gerektiği şekilde çalışmaz ve bu da davranışlarımız üzerinde etkili olur. Yani özetle, ruh halimiz beynimizdeki kimyasalları etkiler. Bu kimyasalların etkilenmesi de fiziksel olarak davranışları etkileyerek bedenimizi etkilemiş olur.
Mutlu Bir Toplum?
Toplum olarak mutsuzuz ya da ufak şeylerden mutlu olmayı bilmiyoruz demek çok büyük bir genelleme olur. Ama günümüzde pek çok alanda insanların beklenti düzeylerinin yükseldiği ruh sağlığı çalışanlarının dikkatini çekmektedir. Yükselen beklenti düzeyi, ilişkilerin kopuk olması, yalnızlık, kanaatkar olmamak, üretmeyi bilmemek, çocukluk itibariyle olumsuz düşünce yapısının olgunlaşması ve algıların çarpıtılmış olması gibi pek çok faktör bireylerin mutsuzluğunu beslemesine sebep olabilir.
Depresyonda mıyım?
Günümüzde insanların depresyonda olduklarına dair söylemleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Depresyonun genel toplumda görülme sıklığı her ne kadar yüksek olsa da bu insanların çoğunun depresyonda olduğu anlamına gelmez. Bu söylemler daha çok insanların zorluklar karşısında hissettikleri duygudurum değişikliğine bağlı olarak karşımıza çıkıyor olabilir. Zorluklar karşısında insanlar kendilerini zaman zaman çökkün, yorgun, enerjisiz ve tükenmiş hissedebilir. Ama her çökkün duygudurum depresyon tanısını beraberinde getirmez.
Depresyon bir rahatsızlıktır ve tanı alınabilmesi için tıbbi bir takım kriterlerin kişide bulunması gerekir. Kişinin bu tanıyı alabilmesi için Amerikan Psikiyatri Birliği ya da Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlemiş olduğu depresyon tanı kriterlerine sahip olması gerekir. Bu sebeple kendisini bir süredir çökkün hisseden bireylerin bir uzmana danışmasında fayda vardır.
Olumsuz Düşünceler ve Depresyon
Olaylar karşısında her bireyin algılama biçimi farklıdır. Çocukluk itibariyle düşünce içeriğinin olumsuzu algılamayı öğrenmesi, gerçeği objektifliğiyle değerlendirmeyi öğrenememesi de bireylerin yaşantıları karşısında olumsuz düşünce biçimlerinin aktif olmasına ve tutumlarının buna göre şekillenmesine sebep olur. Bu da beraberinde mutsuzluğu getirir.
Bireylerin kendilerinde bu gibi durumları fark ettikleri zaman bir uzmandan yardım almaları ileriki yaşamlarında olaylar karşısında objektif olma becerisini güçlendirerek alternatif bakış açılarının kazanılmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda başa çıkma becerisinin de artışıyla beraber daha mutlu bir yaşam sürdürmelerini kolaylaştıracaktır. Çocuklarımızı yetiştirirken de bardağın boş tarafından bakmayı değil de çok yönlü bakış açısına sahip olma becerisini kazandırmaya çalışmak, olumsuzluklar karşısında pes etmek yerine başa çıkma becerilerine sahip olmalarına yardımcı olmak depresif yapılanmaları azaltacaktır.
Depresyona Karşı Ne Yapılabilir?
Modern zaman ve teknoloji çağı olan son dönemlerde “madde”ye yüklenen anlam artıyor. Çocuklar hep hazır oyuncaklarla, teknolojik ürünlerle büyüyor. Hayal etmeyi öğrenemiyor dolayısıyla bir gün elinden hazır olan “madde” alındığı zaman ya da bu “madde”ye ulaşamadığı zaman kendisini mutlu edebilecek yeni bir hayal ürününü üretemiyor. Çünkü bunu nasıl üretmesi gerektiğini öğrenmemiş oluyor. Ya da tersi bir açıdan baktığımızda bu “madde”ye kolay bir şekilde ulaşması, sürekli çevresinde bu “madde” ve benzerlerini görmesi, bunlara sahip olması emek harcamamasına, kendisinin üretememesine neden oluyor. İnsan en büyük hazzı kendi ürettiğinden, kendi hayal gücünden alır. Hayatta hedeflerimize ulaşabilmek için çaba sarf etmemiz gerekir. Bunu gerçekleştirirken kanaatkar olmak da sahip olduklarımız karşısında mutluluğu yanında getirecektir. Çocuklarımızı yetiştirirken onları her zaman hazır materyalle karşılaştırmak yerine üretmeyi de öğretmeliyiz.
Depresyon ve Kişilerarası İletişim
Mutsuzluğun önemli nedenlerinden birisi de insanlar arasındaki iletişim eksikliğidir. Aile içerisindeki ilişkilerin mutluluk üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu psikoloji bilimi var olduğu günden beri savunuyor. Çocuğun dünyaya gelmesiyle beraber anne ve baba ona bir ayna tutar ve bu aynayla beraber ileriki yaşam belirir. Çocuğun sahip olduğu dünyayla hayalleri arasında uçurumlar olmamalıdır. Çocuğun ihtiyaçlarına ebeveynler sahip oldukları ölçüde cevap vererek çocuğun mahrumiyet yaşamamasını sağlamalıdırlar. Ancak bu ihtiyaçlar karşılanırken, ailenin kendi sınırlarını aşmamaya özen göstermeleri çocuğun ileriki yaşamlarında isteklerini karşılayamadıkları zaman hayal kırıklığı yaşamalarının önüne geçilmesini sağlar.
Komşuluk ilişkilerine, iş hayatında rekabeti ve haseti bir kenara bırakıp iş arkadaşlarıyla kurulacak ilişkilere ve en önemlisi aile ilişkilerine özen gösterilerek iletişimi kuvvetlendirmek sosyal destek sistemimizin güçlenmesini sağlayacaktır. Böylelikle yalnız kalmayarak yalnızlık duygusunu bir kenara bırakabilir ve mutluluğu yakalayabiliriz.